16 Temmuz 2013 Salı

Demokrat Parti: 1950 - 1960



1950 yılı Haziran ayında;  ABD’nin başında  Başkan Truman, Sovyetler’de  Stalin, İngiltere’de Kral 2. George, Mısır’da Kral Faruk, Irak’ta Kral Faysal, İran’da Rıza Şah Pehlevi var.  Sonra bazıları değişti. Çocukluğum ABD-Eisenhower,  SSCB-Kruşçef,  İngilere-2. Elizabeth, Mısır-Nasır’la geçti. Faysal ve Rıza Şah sonradan gittiler.

Dünya böyleyken:
İstanbul’dan 1000km uzakta 80 bin nüfuslu Mersin'de ilk çocuk olarak evde ve ebe marifetiyle dünyaya gelmişim. Annem eve elektriğin gelişinin nişanıyla birlikte olduğunu anlatır.  Sıradan bir taşra ailesinin sıradan bir kızıydım… Ancak 2 çok büyük şansım vardı: 1) Memleketim  kozmopolit, dışarıya, her türlü dine ve insana açık bir Mersin. 2) Annem ve babamın çocuklarına en iyi tahsili vermedeki saplantıları.

Annem Cumhuriyet’in kızlara sağladığı olanaklarla ailesine karşı çıkabilmiş ve başka bir kente her gün gidip gelerek okumayı başarmış bir öğretmen. Babam  genç, ben ilk çocuğuyum, daha otuzunda bile değil. Babam çalışkan, eğitim açığını dışarıdan sınavlara girerek ve gece mekteplerinde kapatmış. Babam hırslı. Babamın hayalleri var; çocuklarını iyi okutacak.

İkinci Dünya Savaş'ı biteli 5 yıl olmuş. Zaten fakir sıradan insanlar, Savaş sırasında seferberlikte çekilen yokluktan -zorunlu bile olsa - iyice bıkmışlar. 1946’da bir devalüasyon görmüşler.  Devletin borcu yok ama halk artık varlıklı olmak istiyor. Çok çalışkanlar. Bir imkan verilse, önleri bir açılsa, bir yol gösteren olsa dünyayı değiştirmeye hazırlar. Yönetimde olan CHP, Atatürk’ün partisi, tüm Osmanlı borçlarını ödemiş, 1923’ten beri ilkesi denk bütçe olmuş. Ama seçkinci. O zamanlar gerçekten zor bulunan okumuşların elinde.  Okumuşlar, okuyup büyük adam olduktan irtibatlarını koparmışlar halktan.  Halk cahil diye küçümsemişler sanki, kendi doğruları ve kendi kuralları içine almamışlar sıradan vatandaşı.  Dinlememişler, sormamışlar ne istersiniz diye. Devlete kapağı atabilen en küçük memur bile vatandaşı hor görmüş, işini devamlı yokuşa sürmüş.  Dışlanmış hissetmiş babam kendini. Onun gibi bir çok insan da. Özgürlük istemişler, kendilerinin de söz sahibi olabileceği bir yönetim.

1950 yılı Haziran ayında ben dünyaya geldiğimde babam elbette mutlu olmuştu  ama eminim asıl sevincini 35 gün önceki seçimlerin sonuçlarını aldığında yaşamıştı. 14 Mayıs 1950’de ülkemde iktidar değişmiş, Demokrat Parti %52.67  ve 415 mebus ile seçimleri kazanmış. Cumhuriyet Halk Partisi %39.45 ve 69 mebus ile hezimete uğramıştı.  Bu oy oranlarıyla mebus sayıları ne kadar adil tartışılır, ama babam nihayet muradına ermiş ve o baskıcı CHP’den kurtulmuştu. Menderes, babamın adamı, başvekildi  ve her şey  iyi olacaktı.  Kendimi bildiğim zamanlar geldiğinde de 1954 seçimlerini DP bu kez  %57.6 ve 503 mebusla kazanmıştı.

Babam siyasete meraklı bir insan ve koyu DP’li. Dinle uzak yakın bir alakası yok, ‘Bir Elham oku’ desen beceremez, o kadar. Babam mutlu, çok çalışıyor, DP sözünü tutmuş, para ve maliye politikaları tamamen değişmiş, krediler, Marshall yardımları almış. Tarım makinaları tarlaya girmiş, karayolları yapılıyor, sanayide özel sektör destekleniyor. KİT dediğimiz (şimdi bir tanesi bile kalmayan) Kamu İktisadi Teşebbüsleri kuruluyor. Bazıları sayıyorum: Denizcilik Bankası(1951), Et ve Balık Kurumu(1952), Devlet malzeme Ofisi(1954), Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı(1954), Türkiye Selüloz ve Kağıt Fabrikaları(1955) ve Ereğli Demir Çelik Fabrikaları (1960)

Asfalt yollar yapılıyor kilometrelerce. Demiryollarında vazgeçilmiş, akla CHP, akla komünizm geliyor .
Evet bir büyük düşmanımız var; komünizm, SSCB ve onun uyduları Varşova Paktı üye devletleri. Bu komünizm öyle bir şey ki virüs mübarek, her kış geliverir memleketimize, bize bulaşıverir, biz de komünist falan oluruz maazallah! Nato’ya girdik, ondan korunmak için. Ha! Nedir bu komünistler, ne yaparlar diye sormayagör: ‘ Sorma sorma!’ diye anlatırlar. ‘Bunlarda din yok. Herşey ortak!’ ‘Aslında iyi bir şey değil mi her şeyin ortakça kullanılması, imece gibi ..’ desen cevap hazır:  ‘ Kadınlar da ortak!’

Neyse, bu kalkınma hamleleri babama kadar ulaşmış, her şey gerçekten de iyi gidiyor. Eğitim politikasını da beğeniyor babam. İlk ve orta öğretim okul, öğrenci, öğretmen sayıları artıyor. 1957’de ODTÜ, 1958’de Erzurum Atatürk Üniversitesi kuruluyor.

Küçük yaşlarımdan itibaren benimle siyaset konuşur, o yüzden ben de dikkat ediyorum olanlara.
Gazetelerdeki resimlerine bakıyorum, her zaman jilet gibi giyinen, briyantinli saçlı, güneş gözlüklü, çok havalı bir Menderes…. Berrin Menderes’le evli ve 3 erkek çocuğu var. O zamanlar mı duydum yoksa sonradan Yassıada Mahkemelerinde mi öğrendim net değil hafızamda, aşkları çok ünlü. Bir Ayhan Aydan vardı, soprano, ünlü bestecimiz Hasan Ferit Alnar’ın karısı. Oyuncu Ege Aydan’ın da halası. 27 Mayıs ihtilalinden sonra Yassıada duruşmalarında  Bebek Davası görülürken mertçe “ Adnan Menderes’i evli olmasına rağmen büyük bir aşkla sevdim” diye dimdik durmasından çocuk yaşımda çok etkilenmiştim. Bir de romancı  Suzan Sözen vardı bu kadar mert olamayan.  Kocası İstanbul Emniyet Müdür Vekili, Gümüşhane’ye tayinleri çıkınca Menderes’i kendine aşık edip tayini durdurmuş. Öyle dedi sorgulanırken. Don Davası da görüldüydü Yassıada’da…..Neyse  kronolojik yazıyorum, bunları sonraya bırakayım.

Particilik diye bir kavram var; futbol takımı tutmak gibi, sonuna kadar… eleştiri yok, parti ne yapsa doğru, diğer parti ne yapsa yanlış. Fabrikalar, yollar yapılıyor, işler açık, babam kendi mahallesinin milyoneri olacak. Mersin yazları çok sıcak, bakkallar buz satıyor, talaşların içinde. Aah bir buzdolabı alınabilse…. Bir gün babam Ataş rafinerisinde çalışmış bir yabancıdan aldığı  ikinci el Atlas marka bir ‘firijder’ getiriyor eve.  Bütün mahallenin soğuk suyu bizden ve fazla yemeği bizim dolapta artık. Halk insanca yaşamaya aç.

Bu arada, ayrıntılarını sonradan öğrendiğim olaylar oluyor:
Türkiye’den fersah fersah ötede Kore’ye savaşmaya gitmiş askerimiz. 1300 şehidimiz var. Karşılığında NATO'ya alınmışız. Ezan benden önce Türkçe okunurmuş, yeniden Arapça olmuş. Başvekil, ‘Siz isterseniz hilafeti bile geri getirebilirsiniz. Sadece millete malolmuş inkilâpları saklı tutacağız. ’ demiş.  Halkevleri vardı o zamanlar, benim gibi fakir çocukların kitap bulabildiği, yetenekliyse bir enstruman çalabildiği- piyano bile vardı Mersin’de. Bunları kapatıp mal varlıklarını hazineye devretmiş. CHP’nin bütün mal varlığına da el konulmuş. Köy enstitülerini kaldırmış. Gazeteciler baskı altında, Akis, Ulus toplatılıyor. CHP Genel Sekreteri Kasım Gülek hapse atılmış.  Ve 1955’te yaşanan 6-7 Eylül olaylarıyla İstanbul’daki Rumlar talana uğramış. Aziz Nesin, Kemal Tahir, Asım Bezirci gibi yazarlar bu olaydan sorumlu komünistler olarak tutuklanmış. İnönü taşlanmış.  DP’ye oy vermeyen Kırşehir ilçe yapılmış. Yollar yapılırken istimlaklar sırasında birçok tarihi eserimiz yıkılmış… Bunlara o benim açık fikirli memleketimin insanları aldırmıyor, görmüyorlar bile. Modernleşiyoruz, kalkınıyoruz, biz halkız ve DP bizi adam yerine koyuyor… onların önemsediği bu.

CHP’liler azınlıkta, görüyorum. Ama yüksek eğitimliler, noter falan gibi. Babamın arkadaşlarındaki içtenlik, güleryüzlülük yok onlarda. Kendimi  bir tuhaf hissediyorum yanlarında. Sonra tarih dersinde öğreniyorum, İnönü Kurtuluş Savaşı kahramanı, Milli Şef. Nasıl olur da babam onu hiç sevmez? Soruyorum:  ‘Sorma, o İnönü var ya İnönü! Paralardan Atatürk’ün resmini kaldırdı. Harp zamanı hepimiz açken buğdayları silolarda çürüttü de denize döktü sonra. Vatan sevgisi yoktur onda. Türkiye kalkınsın istemez. Atatürk bile onu anlayıp son zamanlarında kesmişti konuşmayı.’  Gazetelerden , kitaplarımdan İnönü’ye bakıyorum. Sade, küçümencik bir adam, Menderes’in havası asla yok onda.  Yıllarca bu vatan için kelle koltukta savaştı da sonradan neden sevmedi vatanını diye düşünüyorum. Aslında basının başka bir bölümü CHP- DP gerginliğini anlatıyor ama eve giren gazeteler DP yanlısı, ben çocuğum, iyi bir çocuğun asli görevi aile ne derse kayıtsız şartsız itaat. Babam Galatasaray’lı, ben de. Babam DP’li, ben de. Küçük beynimde soru işaretleri oluşsa da bunlara kulak asmamalıyım.
Mahallede bir arkadaş var, Meral, babası yüzbaşı. Çok fakirler. Bizden beter. Biz gene kalkınma rüzgarlarıyla belimizi doğrultuyoruz. Ev var, buzdolabı var artık. Onların hiçbirşeyleri yok.  Ordu bu rüzgarlardan hiç pay almıyor.

Herşey güllük gülistanlık denirken seçimler 1 sene önceye alınıyor ve 1957 seçimlerinde DP kazanıyor ama %48 oy oranı ile 424 milletvekili. Bu bir düşüş! CHP %41 oy ve 178 milletvekili… İnsan bir anlar değil mi? Yok hayır! Yeni komplo teorileri ve CHP’den daha fazla nefret. Haa! CHP de DP’den nefret ediyor. Arada Millet Partisi falan var ama toplum resmen 2 kutuplu.

Bu arada hoş bir magazin haberiyle uğraşıyoruz, İstanbul’dan 1000km ötede, biz bile. Sürgün Halife Abdülmecit’in torunu  Hanzade Sultan’la Mısır Prensi Mehmet Ali İbrahim’in kızı olarak dünyaya gelen bir Prenses Fazıla var gündemde. Öyle güzel öyle güzel bir kız ki değme artistlere taş çıkartır. Bir gözü mavi, bir gözü yeşil diyorlar. Bu Prenses Fazıla Irak Kralı 2. Faysal ile nişanlandı. Kral da pek yakışıklı. Evlenmelerine 2 hafta kala 14 Temmuz 1958‘te düzenlenen darbeyle Irak Kralı devrildi ve katledildi.

Biz prensese bir üzüldük sormayın da asıl üzülen Menderes olmuş, asker darbesinin kendine de olabileceğinden kuşkulanarak.

Korku sonun başlangıcı olur her zaman.  Korku şiddeti mayalalıyor, ülkedeki siyasal kamplaşma ve dolayısıyla da gerginlik geri dönülmez bir duruma geliyor. İncirlik Üssü’ne 10000’den fazla Amerikan askeri, nükleer silah iniyor.  CHP ve basın üzerindeki baskılar artıyor. DP  yumuşamıyor, halkın ona oy vermeyen yarısını dinlemiyor, üstüne üstlük  12 Ekim 1958’de Vatan Cephesi’ni  kuruyor. Radyoda saat 13’teki haber ajansının ardından Vatan Cephesi’ne katılanlar sayılıyor tek tek.  Katılmayanlar vatan haini!  1959'un Nisan ayında CHP Genel Başkanı İsmet İnönü, Batı Anadolu illerini kapsayan bir geziye çıkıyor. CHP'liler geziye "Büyük Taarruz" adını takıyor. (Bayılıyor bizim büyükler eski zaferlerimize; ya Büyük Taarruz ya da Çanakkale Destanı)

Sona giden yola girilmiş, dönüş yok ama hala ikisi de inatla insanlarıparçalamaya devam ediyor.  18 Nisan 1960’ta Tahkikat Komisyonunun kuruluyor. Başta CHP olmak üzere Meclis içi ve dışı tüm muhalefeti hemen her türlü siyasi faaliyetten men etmeyi hedefliyor bu komisyon.

Diğer taraftan ekonomik kalkınmamız tehlike içinde. Borç almışız, fakat parayı yatırdığımız yerler borcumuzu geri ödememizi sağlar durumda değil.  1958’de büyük bir develüasyon: Dolar 2.80’den bir anda 9 TL. IMF’den biraz para girişi. Yetmiyor, ekonomik  darboğazı açmak için yeni krediler  gerekiyor, ilk sefer Amerika’ya yapılıyor. Amerika, Menderes’in yatırımlarından ve dış politikasından hoşnut değil- oysa bir zamanlar has adamıydı- kredi vermeye yanaşmıyor

Batı Almanya da o sırada ABD’nin yönetiminde, ondan  da eli boş dönüyorlar. Tek çare kaldı: Yıllarca bize en korkunç komünist düşman belletilen Moskova’ya /SSCB’ ye başvurmak. Amerika buna izin verir mi? Derler ki 27 Mayıs’ın ardında ABD’nin bu yüzden DP’yi cezalandırması yatar.

1960 Nisan ayındayız ve DP’nin sonu şöyle geliyor: Senenin başlarında basında sansür artmış, gazeteler sansür nedeni ile beyaz sayfalarla çıkıyor. 18 Nisan’da Tahkikat komisyonun kurulması üzerine 26 Nisan’da İstanbul Üniversitesi öğretim üyeleri, 28 Nisanda İÜ öğrencileri toplanıyor.  Güvenlik güçleri toplantıya müdahele ediyor.  Çatışmada Orman Fakültesinden Turan Emeksiz ölüyor,  çok sayıda öğrenci yaralanıyor. Öğrenciler, "Türk ordusu çok yaşa!"  sloganı atıyor ve Plevne Marşı’nın değiştirilmiş halini söylüyorlar: “Olur mu, böyle olur mu? / Kardeş kardeşi vurur mu? / Kahrolası diktatörler / Bu dünya size kalır mı? “ Sıkıyönetim ilan ediliyor. Olaylar Ankara’ya  sıçrıyor. 21 Mayıs’ta Ankara’da Harp Okulu öğrencileri  yürüyor. İktidar hala anlamaıyor, karşı plan yapıyor: 5 Mayıs günü saat 5'te , Ankara'da Kızılay Meydanı'nda kendi partili gençleriyle bir gösteri düzenlemeye karar veriyor.  (Size neyi hatırlatıyor bu olay?) Ama iktidara karşı olan gençler de plandan haberdar oluyorlar ve 555K (5'inci ayın 5'inci günü saat 5'te Kızılay Meydanı'nda) parolasını geniş bir öğrenci kitlesine duyuruyorlarlar. 5 Mayıs günü iktidara karşı olan gençler  Kızılay'a akın ederken, iktidarı destekleme amacıyla Kızılay'a gelen DP yanlısı gençler azınlıkta kalıyor. Saat 6 civarında meydana gelen Bayar ve Menderes burada çok büyük protestolarla karşılaşıyor.
Ankara'daki  5 Mayıs gösterilerinden iki gün önce de Kara Kuvvetleri Komutanı Cemal Gürsel, Milli Savunma Bakanı Ethem Menderes'e bir mektup göndermiş ve bunalımdan çıkış için bazı önerilerde bulunmuş ve görevinden ayrılmış.

27 Mayıs 1960 sabah saat 3.15'te piyade birlikleri ve süvari grubu, 3:30'da tanklar hareket etti. Saat 4:36'da Albay Alparslan Türkeş tarafından radyoda okunan ilk bildiri ile harekat bütün Türkiye ve dünyaya ilan edildi. "Bugün demokrasimizin içine düştüğü buhran ve son müessif hadiseler dolayısıyla ve kardeş kavgalarına meydan vermemek maksadıyla Türk Silahlı Kuvvetleri memleketin idaresini eline almıştır."

Ayfer Yılmaz

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder