1950 yılı Haziran ayında; ABD’nin başında Başkan Truman, Sovyetler’de Stalin, İngiltere’de Kral 2. George, Mısır’da
Kral Faruk, Irak’ta Kral Faysal, İran’da Rıza Şah Pehlevi var. Sonra bazıları değişti. Çocukluğum
ABD-Eisenhower, SSCB-Kruşçef, İngilere-2. Elizabeth, Mısır-Nasır’la geçti.
Faysal ve Rıza Şah sonradan gittiler.
Dünya böyleyken:
İstanbul’dan 1000km uzakta 80
bin nüfuslu Mersin'de ilk çocuk olarak evde ve ebe marifetiyle dünyaya
gelmişim. Annem eve elektriğin gelişinin nişanıyla birlikte olduğunu
anlatır. Sıradan bir taşra ailesinin
sıradan bir kızıydım… Ancak 2 çok büyük şansım vardı: 1) Memleketim kozmopolit, dışarıya, her türlü dine ve
insana açık bir Mersin. 2) Annem ve babamın çocuklarına en iyi tahsili
vermedeki saplantıları.
Annem Cumhuriyet’in kızlara
sağladığı olanaklarla ailesine karşı çıkabilmiş ve başka bir kente her gün gidip
gelerek okumayı başarmış bir öğretmen. Babam
genç, ben ilk çocuğuyum, daha otuzunda bile değil. Babam çalışkan,
eğitim açığını dışarıdan sınavlara girerek ve gece mekteplerinde kapatmış.
Babam hırslı. Babamın hayalleri var; çocuklarını iyi okutacak.
İkinci Dünya Savaş'ı biteli 5
yıl olmuş. Zaten fakir sıradan insanlar, Savaş sırasında seferberlikte çekilen
yokluktan -zorunlu bile olsa - iyice bıkmışlar. 1946’da bir devalüasyon
görmüşler. Devletin borcu yok ama halk
artık varlıklı olmak istiyor. Çok çalışkanlar. Bir imkan verilse, önleri bir
açılsa, bir yol gösteren olsa dünyayı değiştirmeye hazırlar. Yönetimde olan
CHP, Atatürk’ün partisi, tüm Osmanlı borçlarını ödemiş, 1923’ten beri ilkesi
denk bütçe olmuş. Ama seçkinci. O zamanlar gerçekten zor bulunan okumuşların
elinde. Okumuşlar, okuyup büyük adam
olduktan irtibatlarını koparmışlar halktan.
Halk cahil diye küçümsemişler sanki, kendi doğruları ve kendi kuralları
içine almamışlar sıradan vatandaşı.
Dinlememişler, sormamışlar ne istersiniz diye. Devlete kapağı atabilen
en küçük memur bile vatandaşı hor görmüş, işini devamlı yokuşa sürmüş. Dışlanmış hissetmiş babam kendini. Onun gibi
bir çok insan da. Özgürlük istemişler, kendilerinin de söz sahibi olabileceği
bir yönetim.
1950 yılı Haziran ayında ben
dünyaya geldiğimde babam elbette mutlu olmuştu
ama eminim asıl sevincini 35 gün önceki seçimlerin sonuçlarını aldığında
yaşamıştı. 14 Mayıs 1950’de ülkemde iktidar değişmiş, Demokrat Parti %52.67 ve 415 mebus ile seçimleri kazanmış.
Cumhuriyet Halk Partisi %39.45 ve 69 mebus ile hezimete uğramıştı. Bu oy oranlarıyla mebus sayıları ne kadar
adil tartışılır, ama babam nihayet muradına ermiş ve o baskıcı CHP’den
kurtulmuştu. Menderes, babamın adamı, başvekildi ve her şey
iyi olacaktı. Kendimi bildiğim
zamanlar geldiğinde de 1954 seçimlerini DP bu kez %57.6 ve 503 mebusla kazanmıştı.
Babam siyasete meraklı bir
insan ve koyu DP’li. Dinle uzak yakın bir alakası yok, ‘Bir Elham oku’ desen
beceremez, o kadar. Babam mutlu, çok çalışıyor, DP sözünü tutmuş, para ve
maliye politikaları tamamen değişmiş, krediler, Marshall yardımları almış.
Tarım makinaları tarlaya girmiş, karayolları yapılıyor, sanayide özel sektör
destekleniyor. KİT dediğimiz (şimdi bir tanesi bile kalmayan) Kamu İktisadi
Teşebbüsleri kuruluyor. Bazıları sayıyorum: Denizcilik
Bankası(1951), Et ve Balık Kurumu(1952), Devlet malzeme Ofisi(1954), Türkiye
Petrolleri Anonim Ortaklığı(1954), Türkiye Selüloz ve Kağıt Fabrikaları(1955) ve
Ereğli Demir Çelik Fabrikaları (1960)
Asfalt yollar yapılıyor kilometrelerce.
Demiryollarında vazgeçilmiş, akla CHP, akla komünizm geliyor .
Evet bir büyük düşmanımız var; komünizm, SSCB ve
onun uyduları Varşova Paktı üye devletleri. Bu komünizm öyle bir şey ki virüs
mübarek, her kış geliverir memleketimize, bize bulaşıverir, biz de komünist
falan oluruz maazallah! Nato’ya girdik, ondan korunmak için. Ha! Nedir bu
komünistler, ne yaparlar diye sormayagör: ‘ Sorma sorma!’ diye anlatırlar.
‘Bunlarda din yok. Herşey ortak!’ ‘Aslında iyi bir şey değil mi her şeyin
ortakça kullanılması, imece gibi ..’ desen cevap hazır: ‘ Kadınlar da ortak!’
Neyse, bu kalkınma hamleleri
babama kadar ulaşmış, her şey gerçekten de iyi gidiyor. Eğitim
politikasını da beğeniyor babam. İlk ve orta öğretim okul, öğrenci, öğretmen
sayıları artıyor. 1957’de ODTÜ, 1958’de Erzurum Atatürk Üniversitesi
kuruluyor.
Küçük yaşlarımdan itibaren
benimle siyaset konuşur, o yüzden ben de dikkat ediyorum olanlara.
Gazetelerdeki resimlerine
bakıyorum, her zaman jilet gibi giyinen, briyantinli saçlı, güneş gözlüklü, çok
havalı bir Menderes…. Berrin Menderes’le evli ve 3 erkek çocuğu var. O zamanlar
mı duydum yoksa sonradan Yassıada Mahkemelerinde mi öğrendim net değil
hafızamda, aşkları çok ünlü. Bir Ayhan Aydan vardı, soprano, ünlü bestecimiz Hasan
Ferit Alnar’ın karısı. Oyuncu Ege Aydan’ın da halası. 27 Mayıs ihtilalinden
sonra Yassıada duruşmalarında Bebek
Davası görülürken mertçe “ Adnan Menderes’i evli olmasına rağmen büyük bir
aşkla sevdim” diye dimdik
durmasından çocuk yaşımda çok etkilenmiştim. Bir de romancı Suzan Sözen vardı bu kadar mert
olamayan. Kocası İstanbul Emniyet Müdür
Vekili, Gümüşhane’ye tayinleri çıkınca Menderes’i kendine aşık edip tayini
durdurmuş. Öyle dedi sorgulanırken. Don Davası da görüldüydü
Yassıada’da…..Neyse kronolojik
yazıyorum, bunları sonraya bırakayım.
Particilik diye bir kavram var;
futbol takımı tutmak gibi, sonuna kadar… eleştiri yok, parti ne yapsa doğru,
diğer parti ne yapsa yanlış. Fabrikalar, yollar yapılıyor, işler açık, babam
kendi mahallesinin milyoneri olacak. Mersin yazları çok sıcak, bakkallar buz
satıyor, talaşların içinde. Aah bir buzdolabı alınabilse…. Bir gün babam Ataş
rafinerisinde çalışmış bir yabancıdan aldığı
ikinci el Atlas marka bir ‘firijder’ getiriyor eve. Bütün mahallenin soğuk suyu bizden ve fazla
yemeği bizim dolapta artık. Halk insanca yaşamaya aç.
Bu arada, ayrıntılarını
sonradan öğrendiğim olaylar oluyor:
Türkiye’den fersah fersah ötede
Kore’ye savaşmaya gitmiş askerimiz. 1300 şehidimiz var. Karşılığında NATO'ya alınmışız.
Ezan benden önce Türkçe okunurmuş, yeniden Arapça olmuş. Başvekil, ‘Siz
isterseniz hilafeti bile geri getirebilirsiniz. Sadece
millete malolmuş inkilâpları saklı tutacağız. ’ demiş. Halkevleri vardı o zamanlar, benim gibi fakir
çocukların kitap bulabildiği, yetenekliyse bir enstruman çalabildiği- piyano
bile vardı Mersin’de. Bunları kapatıp mal varlıklarını hazineye devretmiş.
CHP’nin bütün mal varlığına da el konulmuş. Köy enstitülerini kaldırmış.
Gazeteciler baskı altında, Akis, Ulus toplatılıyor. CHP Genel Sekreteri Kasım
Gülek hapse atılmış. Ve 1955’te yaşanan
6-7 Eylül olaylarıyla İstanbul’daki Rumlar talana uğramış. Aziz Nesin, Kemal Tahir,
Asım Bezirci gibi yazarlar bu olaydan sorumlu komünistler olarak tutuklanmış.
İnönü taşlanmış. DP’ye oy vermeyen
Kırşehir ilçe yapılmış. Yollar yapılırken istimlaklar sırasında birçok tarihi
eserimiz yıkılmış… Bunlara o benim açık fikirli memleketimin insanları
aldırmıyor, görmüyorlar bile. Modernleşiyoruz, kalkınıyoruz, biz halkız ve DP
bizi adam yerine koyuyor… onların önemsediği bu.
CHP’liler azınlıkta, görüyorum.
Ama yüksek eğitimliler, noter falan gibi. Babamın arkadaşlarındaki içtenlik,
güleryüzlülük yok onlarda. Kendimi bir
tuhaf hissediyorum yanlarında. Sonra tarih dersinde öğreniyorum, İnönü Kurtuluş
Savaşı kahramanı, Milli Şef. Nasıl olur da babam onu hiç sevmez?
Soruyorum: ‘Sorma, o İnönü var ya İnönü!
Paralardan Atatürk’ün resmini kaldırdı. Harp zamanı hepimiz açken buğdayları
silolarda çürüttü de denize döktü sonra. Vatan sevgisi yoktur onda. Türkiye
kalkınsın istemez. Atatürk bile onu anlayıp son zamanlarında kesmişti
konuşmayı.’ Gazetelerden , kitaplarımdan
İnönü’ye bakıyorum. Sade, küçümencik bir adam, Menderes’in havası asla yok
onda. Yıllarca bu vatan için kelle
koltukta savaştı da sonradan neden sevmedi vatanını diye düşünüyorum. Aslında
basının başka bir bölümü CHP- DP gerginliğini anlatıyor ama eve giren gazeteler
DP yanlısı, ben çocuğum, iyi bir çocuğun asli görevi aile ne derse kayıtsız
şartsız itaat. Babam Galatasaray’lı, ben de. Babam DP’li, ben de. Küçük
beynimde soru işaretleri oluşsa da bunlara kulak asmamalıyım.
Mahallede bir arkadaş var,
Meral, babası yüzbaşı. Çok fakirler. Bizden beter. Biz gene kalkınma
rüzgarlarıyla belimizi doğrultuyoruz. Ev var, buzdolabı var artık. Onların
hiçbirşeyleri yok. Ordu bu rüzgarlardan
hiç pay almıyor.
Herşey güllük gülistanlık
denirken seçimler 1 sene önceye alınıyor ve 1957 seçimlerinde DP kazanıyor ama %48 oy
oranı ile 424 milletvekili. Bu bir düşüş! CHP %41 oy ve 178 milletvekili…
İnsan bir anlar değil mi? Yok hayır! Yeni komplo teorileri ve CHP’den daha
fazla nefret. Haa! CHP de DP’den nefret ediyor. Arada Millet Partisi falan var
ama toplum resmen 2 kutuplu.
Bu arada hoş bir magazin haberiyle uğraşıyoruz,
İstanbul’dan 1000km ötede, biz bile. Sürgün Halife Abdülmecit’in torunu Hanzade Sultan’la Mısır Prensi Mehmet Ali
İbrahim’in kızı olarak dünyaya gelen bir Prenses Fazıla var gündemde. Öyle
güzel öyle güzel bir kız ki değme artistlere taş çıkartır. Bir gözü mavi, bir
gözü yeşil diyorlar. Bu Prenses Fazıla Irak Kralı 2. Faysal ile nişanlandı. Kral da
pek yakışıklı. Evlenmelerine 2 hafta kala 14 Temmuz 1958‘te düzenlenen darbeyle
Irak Kralı devrildi ve katledildi.
Biz prensese bir üzüldük
sormayın da asıl üzülen Menderes olmuş, asker darbesinin kendine de
olabileceğinden kuşkulanarak.
Korku sonun başlangıcı olur her
zaman. Korku şiddeti mayalalıyor, ülkedeki
siyasal kamplaşma ve dolayısıyla da gerginlik geri dönülmez bir duruma geliyor.
İncirlik Üssü’ne 10000’den fazla Amerikan askeri, nükleer silah iniyor. CHP ve basın üzerindeki baskılar
artıyor. DP yumuşamıyor, halkın ona oy
vermeyen yarısını dinlemiyor, üstüne üstlük
12 Ekim 1958’de Vatan Cephesi’ni
kuruyor. Radyoda saat 13’teki haber ajansının ardından Vatan Cephesi’ne
katılanlar sayılıyor tek tek.
Katılmayanlar vatan haini! 1959'un
Nisan ayında CHP Genel Başkanı İsmet İnönü, Batı Anadolu illerini kapsayan bir
geziye çıkıyor. CHP'liler geziye "Büyük Taarruz" adını takıyor. (Bayılıyor
bizim büyükler eski zaferlerimize; ya Büyük Taarruz ya da Çanakkale Destanı)
Sona giden yola girilmiş, dönüş
yok ama hala ikisi de inatla insanlarıparçalamaya devam ediyor. 18 Nisan 1960’ta Tahkikat
Komisyonunun kuruluyor. Başta CHP olmak üzere Meclis içi ve
dışı tüm muhalefeti hemen her türlü siyasi faaliyetten men etmeyi hedefliyor bu
komisyon.
Diğer taraftan ekonomik kalkınmamız tehlike içinde.
Borç almışız, fakat parayı
yatırdığımız yerler borcumuzu geri ödememizi sağlar durumda değil. 1958’de büyük bir develüasyon: Dolar
2.80’den bir anda 9 TL. IMF’den biraz para girişi. Yetmiyor, ekonomik darboğazı açmak için yeni krediler gerekiyor, ilk sefer Amerika’ya yapılıyor.
Amerika, Menderes’in yatırımlarından ve dış politikasından hoşnut değil- oysa
bir zamanlar has adamıydı- kredi vermeye yanaşmıyor
Batı Almanya da o sırada ABD’nin yönetiminde, ondan da eli boş dönüyorlar. Tek çare kaldı: Yıllarca bize en korkunç komünist düşman belletilen Moskova’ya /SSCB’ ye başvurmak. Amerika buna izin verir mi? Derler ki 27 Mayıs’ın ardında ABD’nin bu yüzden DP’yi cezalandırması yatar.
1960 Nisan ayındayız ve DP’nin
sonu şöyle geliyor: Senenin başlarında basında sansür artmış, gazeteler sansür
nedeni ile beyaz sayfalarla çıkıyor. 18 Nisan’da Tahkikat komisyonun kurulması
üzerine 26 Nisan’da İstanbul Üniversitesi öğretim üyeleri, 28 Nisanda İÜ öğrencileri
toplanıyor. Güvenlik güçleri toplantıya
müdahele ediyor. Çatışmada Orman
Fakültesinden Turan Emeksiz ölüyor, çok
sayıda öğrenci yaralanıyor. Öğrenciler, "Türk ordusu çok yaşa!" sloganı atıyor ve Plevne Marşı’nın
değiştirilmiş halini söylüyorlar: “Olur mu, böyle olur mu? / Kardeş kardeşi
vurur mu? / Kahrolası diktatörler / Bu dünya size kalır mı? “ Sıkıyönetim
ilan ediliyor. Olaylar Ankara’ya
sıçrıyor. 21 Mayıs’ta Ankara’da Harp Okulu öğrencileri yürüyor. İktidar hala anlamaıyor, karşı plan
yapıyor: 5 Mayıs günü saat 5'te , Ankara'da Kızılay Meydanı'nda kendi partili
gençleriyle bir gösteri düzenlemeye karar veriyor. (Size neyi hatırlatıyor bu olay?) Ama iktidara karşı olan gençler de plandan haberdar oluyorlar ve 555K
(5'inci ayın 5'inci günü saat 5'te Kızılay Meydanı'nda) parolasını geniş bir
öğrenci kitlesine duyuruyorlarlar. 5 Mayıs günü iktidara karşı olan gençler Kızılay'a akın ederken, iktidarı destekleme
amacıyla Kızılay'a gelen DP yanlısı gençler azınlıkta kalıyor. Saat 6 civarında
meydana gelen Bayar ve Menderes burada çok büyük protestolarla karşılaşıyor.
Ankara'daki 5 Mayıs gösterilerinden iki gün önce de Kara Kuvvetleri
Komutanı Cemal Gürsel, Milli Savunma Bakanı Ethem Menderes'e bir mektup göndermiş
ve bunalımdan çıkış için bazı önerilerde bulunmuş ve görevinden ayrılmış.
27 Mayıs 1960
sabah saat 3.15'te piyade birlikleri ve süvari grubu, 3:30'da tanklar hareket
etti. Saat 4:36'da Albay Alparslan
Türkeş tarafından radyoda okunan ilk bildiri ile harekat bütün
Türkiye ve dünyaya ilan edildi. "Bugün demokrasimizin içine düştüğü buhran
ve son müessif hadiseler dolayısıyla ve kardeş kavgalarına meydan vermemek
maksadıyla Türk Silahlı Kuvvetleri memleketin idaresini eline almıştır."
Ayfer Yılmaz
Ayfer Yılmaz
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder